28 Ekim 2010 Perşembe

baran


Cennetin Çocukları'nı izlemiştim uzun süre önce ve tabiki hayran kalmıştım. Mecid Mecidi ismini daha sonra duydum, geçenlerde de Bilim ve Sanat Vakfı'nda sinema atölyesine girmek isteyen birine sinema atölyesindeki birinin "Mecid Mecidi bizim şeyhimizdir" dediğine şahit oldum :) Meğerse daha önce Mecid Mecidi vakıfta misafir bile olmuş, sinema atölyesine katılmış, anladım ki bizim camianın gençleri arasında Farid Farjad ile birlikte Mecid Mecidi deyince de akan sular dururmuş.

Baran, yaratılışımızdan, doğduğumuz ve beslendiğimiz topraklardan bir aşkı anlatıyor. Öyle ki sahte, hoyrat ve özenti "aşk" yanılgısından nefret eden bünyeme bütün saflığıyla dokunuyor. "aşk" telaffuz dahi edilmeksizin, konuşmadan, kendini adayış...İmkansızlıklar içinde açan küçük bir çiçek...

Latif  hırçın, kavgacı, işi elinden alınınca daha da hırçınlaşmış bir çocukken, onu dizginleyen kendinden vazgeçiren aşk oluyor, onu "aşk" büyütüyor.
Latif, Rahmet' in sesini hiç duymadı. Yaşadığı herşey Rahmet'in yüzündeydi, mülteci olmanın, çalışmak zorunda olmanın verdiği acılar da, kuşlara yem vermenin verdiği küçük mutluluk da...

Filmin sonunda Rahmet sepetini düşürdü, dağılanları toplarlarken ellerin buluşmasını bekledim, öyle alışmıştım çünkü, ama buluşmadı ve bu buluşmayış beni daha ziyade mutlu etti.

"Çamura saplanmış kara lastik pabucun bütün masallardaki kristallerden daha varlıklıdır. Ama yokuşun dik senin, yükün ne kadar ağır. Senin taşıdığın benim belimi büküyor. Sen ezilme, bel verme diye her şeyden vazgeçebilirim. Sarı bir sayfanın resmiyeti üzerinden kazınan vesikalık bir fotoğraf gibi bir anda kimliksiz kalabilir, ismim gibi cismimden de geçebilirim."  nazan bekiroğlu

Hiç yorum yok: