17 Aralık 2011 Cumartesi

a moment to remember


Mesafeli ve cool duran bir erkek duygusallaşabilir mi?
Durgun başlayan bir evlilikte çok güzel ve özel bir sevgi filizlenebilir mi?
Alzheimer hastası genç kadın eşini uğurlarken ona eski sevgilisinin adıyla seslenip "seni seviyorum" dediğinde eşi "ben de seni seviyorum" diyebilir mi?
Affetmek, kinimize kalbimizde daha küçük bir oda vermek midir?


Filmden ganimet bu sözü kendime de bol bol söyleyebilirim;
"Seni sulugöz! Aileni mi kaybettin yoksa ülkeni mi?"

17 Kasım 2011 Perşembe

Âlâ Hakkında Birkaç Kelam



Her ne kadar "tesettürün modası olmaz" dersek diyelim, böyle yaşayan bir kesim varsa, böyle bir dergi de olacaktır. Âlâ tam olarak klasik moda ve alışveriş dergilerinin bizim mahalleye uyarlanmış hali, yani bir taklit. Ama bunun başka bir alternatifi de yok, bu böyle olacaktı ve oldu. Âlâ'nın felsefesine ve modaya karşı çıkan bir radikal değilim. Kıyafetler, tesettüre göre biçimlenmiş moda (modaya göre biçimlenmiş tesettür değil!) dan hoşlanırım. Çayımı içerken Âlâ'yı karıştırabilir, bir şeyler beğenebilirim, "cık cık ne günlere kaldık" demem. Ama diyebilenlerin daha doğru bir yerde durduklarının bilincindeyim. En yakın arkadaşım beni "modern görünümlü klasik" olarak tanımlar, saçmalıkları farkedebilirim. Örneğin yukarıdaki ve aşağıdaki fotoğraf gibi...

"Aşk geldi" başlığı altında Elif Şafak'ın romanından alınmış, Şems-i Tebrizi'ye ait olduğu zannedilerek bilinçsizce kenara yapıştırılmış sözler eşliğinde, bembeyaz giydirilmiş bir kızın -huşu içinde- verdiği pozlar...Açıkçası çok güldüm, ne yapılmaya çalışılmış diye üzerinde düşündükçe daha çok gülüyorum.


22 Eylül 2011 Perşembe

bir iş görüşmesinde konuşulanlar


Ne zaman başvuru yaptığımı hatırlamadığım kadar eskiden başvuru yapılmış yerden geri dönüş alınır. Aslında bu alanı hiç istemiyorumdur ama tecrübemin olduğu tek alandır da aynı zamanda. “Boş durmaktan iyidir” felsefesiyle görüşmeye gidilir. Yer o kadar uzaktadır ki yolda hayatın anlamını sorgulayacak vakit bile bulunur.
Yetkiliyle görüşülür, sonra patronla tanışılır. Tam vücudumda “artık kalkma” hareketliliği baş gösterirken patron “Elif hanım işiniz var mıydı bugün? Vaktiniz uygunsa bir şeyler daha sormak istiyorum sizi yakından tanımak adına” “peki“ denir, vücut tekrar stabil hale getirilir, çay tazelenir…
-Elif Hanım yanlış anlamayın ama başörtüsü konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?
-Nasıl yani? Siz beni aradığınızda bu mevzunun benim için önemli olduğunu, sizin için bir problem teşkil etmiyorsa görüşmeye geleceğimi söylemiştim. Kabul ettiğiniz için geldim.
-Anlıyorum. Sizinle ben görüşmedim de, ben size başınızı açın diyemem ama açmayın da diyemem, peruk takmayı düşünür müsünüz?
-Hayır.
-Okurken nasıl okudunuz?
-Okurken bu şekilde okuyamadım tabi ki ama, okul bittikten sonra bu konuda taviz vermiyorum kesinlikle.
-Anlıyorum. Bakın ben de inançlı bir insanım ve saygılı bir insanım ama iş sahibi olmak farklı oluyor, buraya da çok farklı türden insanlar geliyor. Ama inanın inançlı ve saygılı bir insanım ve şu an tuhaf bir haldeyim sizinle bu mevzuya girdiğim için.
-İş sahibi olmayı anlamaya çalışabilirim ama inançlıyım ve saygılıyım diyen insanların destek olması gerekiyor, sadece söylemde olması yeterli bir saygı duyuş değil bana göre, onu saygı duymayanlar da yapıyor zaten. Bu durumla ilk kez karşılaşmıyorum,  isterseniz başlamayalım, bu şekilde kabul etmem çünkü.
-Beni hassas noktamdan vurdunuz, ama bu dik duruşunuz hoşuma gitti, tamam ya kim ne derse desin önemli değil. Demin tanıştığınızın dışında bir ortağımız daha var dışarıdan, o dindar biri, sizi geri çevirdiğimi söyleyemem zaten ona. Burada daha önce de başörtülü biri çalıştı, o hemen kabul etti başını açtı, ama 2 ay sonra anlaştığımızın 2 katını istedi, böyle şeyler de var yani, insanları dışına göre değerlendirmemek lazım. Benim için zaten kesinlikle problem değil de…
...
...
...
-Peki bir cemaatle bağlantınız var mı?
-Neden sorduğunuzu anlayamadım?
-Sizi daha yakından tanımaya çalışıyorum, Açık konuşayım ben nurculardan nefret ederim, o yüzden sordum. Hiç anlaşamam onlarla, ortağım da nurcu zaten onla da anlaşamıyorum.
-Hangi konularda anlaşamıyorsunuz?
-Hiçbir konuda anlaşamıyorum. Ben Ankara’da okudum onlarda şunları bunları gördüm, şöyle böyle oldu. Bakın ben insanları  –ci,cu ekleriyle yaftalayacak kadar biliçsiz bir insan değilim ama onlardan nefret ediyorum.
-Benim de gördüğüm yanlışlar olmuştur ama bunlar kişilere özgüdür, bütün cemaati kapsamaz. Ben mesela bir yerden olumlu şeyleri alırım sadece, bana faydalı olan kısmını alırım.
-Nurcusunuz yani bağlantınız var?
-Dediğim gibi bana uygun olanları alırım ben.
-Ben bir şeyleri kendi içimde yaşamayı seviyorum, Konuşurken “Allah, İnşaallah” demiyorum diye beni direkt  “kafir, kurtarılması gereken bir varlık” olarak görüp tebliğe başlıyorlar, ben de bundan nefret ediyorum.
- :) Anlıyorum. 
...
...
Böyle sürüp giden bir iş görüşmesi... Yolun uzaklığından dolayı ailemin onay vermemesi ve benim de ailemle mücadeleye değecek bir iş olarak görmemem sebebiyle beyefendiyle olan muhabbetimiz tek seferle sonlanmış oldu. Fotoğraf Fırat Nehri, Malatya'dan...

8 Eylül 2011 Perşembe

ayat ayat cinta


Ayat Ayat Cinta/ Sevgi Ayetleri Mısır'da geçen Endonezya yapımı bir film.
Fahri, El-Ezher Üniversitesi'nde burslu okuyan, bilgili, kültürlü, yakışıklı, merhametli, yardımsever, haramı helali gözeten ve bütün bunlardan dolayı çevresindeki kızların hayran olduğu Endonezyalı bir genç.
Sıkça aşk mektuplarına maruz kalıyor ama hocasının kendisine önerdiği, ve tevafuken daha önceden de tanışmış olduğu Ayşe ile evleniyor. Çok da iyi bir çift oluyorlar, ancak Ayşe'nin zengin olması kimi zaman problem oluyor, nitekim Fahri de bunu içtenlikle kabul edemediğini itiraf ediyor sonradan. Ancak bu konu mutluluklarına engel olmuyor.
Fahri daha sonra, yardım ettiği ve kendisine aşık olan Noura'nın iftirasına maruz kalıp yargılanıyor, modern zamanın bir "Yusuf " u (a.s.) oluyor adeta.
İzlenesi bir film.


Filmi izlemeyenlerin okumaması önerisiyle şunları da ekleyeceğim;
Fahri, yargılanırken Fahri'nin arkadaşı ve şahitlik yapabilecek olan Maria hastadır. Ayşe Maria'nın Fahri'ye aşık olduğunu bilir, ve iyileşip şahitlik yapabilmesi için kocasından onunla evlenmesini ister. Çünkü onu ancak Fahri'nin sevgisi ayağa kaldırabilecektir ve Fahri'nin kurtuluşu da buna bağlıdır. Olaylar çözülür, Fahri kurtulur, üçü aynı evde yaşamaya başlarlar. Ben işte buralarda sinir krizleri geçirdim. İnsan sevdiğini nasıl başkasıyla paylaşabilir? Buradaki bayanların hoşgörüsü ancak bir filmde olabilir. Maria'nın ölmesini bütün varlığımla istedim, nitekim öldü şükürler olsun.
Fahri aslında Maria ile evlenmek istemedi, Ayşe'nin ısrarıyla evlendi. Ama iki kişi arasında bocalama yaşadı, nasıl adil olacağını bilemediği için kıvrandı.

11 Haziran 2011 Cumartesi

toprak altında/buried


"Toprak altında" tek oyuncuyla tek mekanda (bir tabut) çekilen, klostrofobinin had safhada olduğu, etkileyici bir sona sahip harika bir film. İzledikten sonra gece rüyamda deprem görmeme neden olacak kadar etkileyici...

Irak'ta kamyon şoförü olarak görev yapan Amerikalı Paul Conroy, arkadaşlarıyla birlikte uğradığı saldırı sonrasında toprağın altına gömülü halde bir tabutta uyanıyor. Tabutta yalnızca bir çakmak, cep telefonu, el feneri, ilaç ve alkol şişesi var. Cep telefonuyla Amerikalı yetkililere, Dış İşlerine, ailesine ulaşmaya çalışıyor. Bu sırada yetkililerin can sıkıcı gereksiz sorularına, Amerikan hükümetinin kendi vatandaşına verdiği değer (!) e tanık oluyoruz.

Kendisini rehin alan Iraklı ile konuşması, filmin emperyalizmin kanlı ellerinden çıkmış propagandist bir film olmadığını gösteriyor.

         - Buradayım çünkü işim bu, para kazanmak için, o kadar...
         - Siz gelene kadar benim de bir işim vardı, şimdi ailemin hiç bir şeyi yok
         - Bu benim suçum değil.
         - 9 eylül de benim suçum değildi, ama hala buradasınız, Saddam da benim suçum değildi, ama hala buradasınız
          - Sana söyledim, sadece çalışmak için buradayım, yeniden yapılandırma için.
          - Yıktığınızı yeniden yapılandırma...

         Bana göre tabutun içinde sıkışıp kalmış olan yalnızca Paul değil, Amerika'nın bizzat kendisi... Paul için, Paul'u izlerken benim için korkunç bir durum olsa da tabut; Amerika'nın Irak'taki halinin resmi...



                              - Beni öldürecekler, parayı ödeyecek misiniz?
                              - Amerikan hükümeti teröristlerle pazarlık yapmaz.
                              - Peki ben ne olacağım?


5 Haziran 2011 Pazar

incir reçeli


"Bana nefes alan hiçbir şeyi sevme hakkı vermediler, ben de incir reçelini sevdim."

Esas kızın kötü oyunculuğu, esas kız ve esas oğlan dan başka üçüncü başrol oyuncusunun alkol oluşu dışında güzel bir filmdi. Başlangıçta sıkıcı gelse de devam edilirse sevilebilir.

İncir reçeli'nin konusu farklı olsa da, "ıssız adam" vb bilumum son dönem Türk filmlerinde göze çarpan metropol aşklarını -barda ya da yolda başlar, 2 günde çok mesafe katedilir, alkol ve sigarasız bir saniye geçirilmez- izlemekten hoşlanmıyorum. Yine de sonlara doğru çok romantikleşen ve final sahnesinin çok duygusal olduğu bir filmdi.

Halil Sezai Paracıkoğlu'nun oyunculuğu,sesi ve söylediği şarkı "isyan" çok hoştu.

- ...sonra sen geldin. saklandığım yatağın altına başını uzattın.
- saklanacak bir yer arıyordum...

26 Şubat 2011 Cumartesi

aşk tesadüfleri sever*


Filmi izlemem, “tesadüf” ün manasını öğrenmem ve Elif Şafak’ın “aşk” ını okumam aynı zaman dilimine tekabül etti.
Aşk tesadüfleri sever mi bilmem ama aşkın kendisi bir tesadüftür. Tesadüf “sadefe” kökünden gelir. Bir dağın iki yanının aynı tepede sonlanması gibi “kaçınılmaz buluşma” anlamı taşır. Bir inci sedefinin (aslında sedef değil sadef) iki ucunun birbiri üzerine kapanması gibi her insanı bir gün biryerde bekleyen biri var ve her insan bir gün kaderine tesadüf edecek.
Şems 40. Kuralında der ki; “Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşkın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır hasretinde.”
* Filmle ilgili yorum içermeyen bir film yazısı

14 Şubat 2011 Pazartesi

azadi/you are free


Azadi/you are free 2001 yapımı bir İran filmi. Islahevindeki çocukları, aileleri tarafından istenmeyen Mohsen ve Sohrab özelinde ele alıyor. Film, çocukların bir kısmının affedilip tahliye edilmesiyle başlıyor.

Islahevindeki çocuklar hem suçlu hem kurban...Onları suça iten insanlar da "suçlu" ama "kurban" olan ve bedel ödeyen sadece onlar.
Islahevindeki çocuklar, ajanslardan alınmış yakışıklı çocuklar değiller, gerçekten suçlu gerçekten kurban'lar.
"burada yemek var, dışarıda ne yapacaksın" diyecek kadar büyük, oyunlar oynayacak kadar küçükler.

Bir film sizi içine aldığında, artık gerçek hayatta istemeyeceğiniz şeyleri istemeye başlarsınız, küçük bir insandan, bir "suçlu" nun nasıl inşa edildiğini görünce, hırsızlık yapan küçük insanın daha hızlı koşmasını, yakalanmamasını ister hale gelirsiniz. Bu tam olarak öyle bir film.

Islahevi müdürü ve öğretmen hanım, Mohsen ve Sohrab için çabaladılar, oradan oraya koştular. İçinde bulundukları duruma alışmamışlardı, hergün suçlu çocuklar görmek, onların nezdinde bazı şeyleri normalleştirmemişti, kalplerini katılaştırmamıştı. Gerçek birer "öğretmen" idiler.

Beni en çok etkileyen durumlardan biri, üvey annesi tarafından istenmeyip, kovulup, hocasına "annem size birşey ikram etmediği için üzgünüm" diyen Mohsen'in ruhunda halen kalmış olan naiflikti. Mohsen, herşeye rağmen çocuk olmanın ve en çok da bu yüzden umutlu olmanın ışığında dans ediyordu.

9 Şubat 2011 Çarşamba

the tourist


'Turist' 2005 yapımı Anthony Zimmer isimli filmin 2010 yapımı Hollywood versiyonu. Genel olarak Hollywood filmleri hakkında yazılacak pek bir şey olmaz, izlenir ve biter, insana zevk verenlerinde bile sonrasında senaryo ve teknik dışında tartışılacak bir şey yoktur/yok denecek kadar azdır. Nitekim Turist de öyleydi ama bir filmin bana yapmasını en çok sevdiğim şeyi yaptı; beni şaşırttı. Ayrıca görselliğiyle beni benden aldı.

Yıllarca Angelina Jolie'yi beğenmeyip durdum. Bize empoze edilmeye çalışılagelen güzellik şablonlarından (küçük burun, büyük dudak ve bu filmle birlikte 0 beden) olduğunu söyleyip durdum. Ama bu filmde o ve Venedik seyrine doyum olmaz birer sanat harikası idiler.

Çok sevdim.