22 Eylül 2011 Perşembe

bir iş görüşmesinde konuşulanlar


Ne zaman başvuru yaptığımı hatırlamadığım kadar eskiden başvuru yapılmış yerden geri dönüş alınır. Aslında bu alanı hiç istemiyorumdur ama tecrübemin olduğu tek alandır da aynı zamanda. “Boş durmaktan iyidir” felsefesiyle görüşmeye gidilir. Yer o kadar uzaktadır ki yolda hayatın anlamını sorgulayacak vakit bile bulunur.
Yetkiliyle görüşülür, sonra patronla tanışılır. Tam vücudumda “artık kalkma” hareketliliği baş gösterirken patron “Elif hanım işiniz var mıydı bugün? Vaktiniz uygunsa bir şeyler daha sormak istiyorum sizi yakından tanımak adına” “peki“ denir, vücut tekrar stabil hale getirilir, çay tazelenir…
-Elif Hanım yanlış anlamayın ama başörtüsü konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?
-Nasıl yani? Siz beni aradığınızda bu mevzunun benim için önemli olduğunu, sizin için bir problem teşkil etmiyorsa görüşmeye geleceğimi söylemiştim. Kabul ettiğiniz için geldim.
-Anlıyorum. Sizinle ben görüşmedim de, ben size başınızı açın diyemem ama açmayın da diyemem, peruk takmayı düşünür müsünüz?
-Hayır.
-Okurken nasıl okudunuz?
-Okurken bu şekilde okuyamadım tabi ki ama, okul bittikten sonra bu konuda taviz vermiyorum kesinlikle.
-Anlıyorum. Bakın ben de inançlı bir insanım ve saygılı bir insanım ama iş sahibi olmak farklı oluyor, buraya da çok farklı türden insanlar geliyor. Ama inanın inançlı ve saygılı bir insanım ve şu an tuhaf bir haldeyim sizinle bu mevzuya girdiğim için.
-İş sahibi olmayı anlamaya çalışabilirim ama inançlıyım ve saygılıyım diyen insanların destek olması gerekiyor, sadece söylemde olması yeterli bir saygı duyuş değil bana göre, onu saygı duymayanlar da yapıyor zaten. Bu durumla ilk kez karşılaşmıyorum,  isterseniz başlamayalım, bu şekilde kabul etmem çünkü.
-Beni hassas noktamdan vurdunuz, ama bu dik duruşunuz hoşuma gitti, tamam ya kim ne derse desin önemli değil. Demin tanıştığınızın dışında bir ortağımız daha var dışarıdan, o dindar biri, sizi geri çevirdiğimi söyleyemem zaten ona. Burada daha önce de başörtülü biri çalıştı, o hemen kabul etti başını açtı, ama 2 ay sonra anlaştığımızın 2 katını istedi, böyle şeyler de var yani, insanları dışına göre değerlendirmemek lazım. Benim için zaten kesinlikle problem değil de…
...
...
...
-Peki bir cemaatle bağlantınız var mı?
-Neden sorduğunuzu anlayamadım?
-Sizi daha yakından tanımaya çalışıyorum, Açık konuşayım ben nurculardan nefret ederim, o yüzden sordum. Hiç anlaşamam onlarla, ortağım da nurcu zaten onla da anlaşamıyorum.
-Hangi konularda anlaşamıyorsunuz?
-Hiçbir konuda anlaşamıyorum. Ben Ankara’da okudum onlarda şunları bunları gördüm, şöyle böyle oldu. Bakın ben insanları  –ci,cu ekleriyle yaftalayacak kadar biliçsiz bir insan değilim ama onlardan nefret ediyorum.
-Benim de gördüğüm yanlışlar olmuştur ama bunlar kişilere özgüdür, bütün cemaati kapsamaz. Ben mesela bir yerden olumlu şeyleri alırım sadece, bana faydalı olan kısmını alırım.
-Nurcusunuz yani bağlantınız var?
-Dediğim gibi bana uygun olanları alırım ben.
-Ben bir şeyleri kendi içimde yaşamayı seviyorum, Konuşurken “Allah, İnşaallah” demiyorum diye beni direkt  “kafir, kurtarılması gereken bir varlık” olarak görüp tebliğe başlıyorlar, ben de bundan nefret ediyorum.
- :) Anlıyorum. 
...
...
Böyle sürüp giden bir iş görüşmesi... Yolun uzaklığından dolayı ailemin onay vermemesi ve benim de ailemle mücadeleye değecek bir iş olarak görmemem sebebiyle beyefendiyle olan muhabbetimiz tek seferle sonlanmış oldu. Fotoğraf Fırat Nehri, Malatya'dan...

8 Eylül 2011 Perşembe

ayat ayat cinta


Ayat Ayat Cinta/ Sevgi Ayetleri Mısır'da geçen Endonezya yapımı bir film.
Fahri, El-Ezher Üniversitesi'nde burslu okuyan, bilgili, kültürlü, yakışıklı, merhametli, yardımsever, haramı helali gözeten ve bütün bunlardan dolayı çevresindeki kızların hayran olduğu Endonezyalı bir genç.
Sıkça aşk mektuplarına maruz kalıyor ama hocasının kendisine önerdiği, ve tevafuken daha önceden de tanışmış olduğu Ayşe ile evleniyor. Çok da iyi bir çift oluyorlar, ancak Ayşe'nin zengin olması kimi zaman problem oluyor, nitekim Fahri de bunu içtenlikle kabul edemediğini itiraf ediyor sonradan. Ancak bu konu mutluluklarına engel olmuyor.
Fahri daha sonra, yardım ettiği ve kendisine aşık olan Noura'nın iftirasına maruz kalıp yargılanıyor, modern zamanın bir "Yusuf " u (a.s.) oluyor adeta.
İzlenesi bir film.


Filmi izlemeyenlerin okumaması önerisiyle şunları da ekleyeceğim;
Fahri, yargılanırken Fahri'nin arkadaşı ve şahitlik yapabilecek olan Maria hastadır. Ayşe Maria'nın Fahri'ye aşık olduğunu bilir, ve iyileşip şahitlik yapabilmesi için kocasından onunla evlenmesini ister. Çünkü onu ancak Fahri'nin sevgisi ayağa kaldırabilecektir ve Fahri'nin kurtuluşu da buna bağlıdır. Olaylar çözülür, Fahri kurtulur, üçü aynı evde yaşamaya başlarlar. Ben işte buralarda sinir krizleri geçirdim. İnsan sevdiğini nasıl başkasıyla paylaşabilir? Buradaki bayanların hoşgörüsü ancak bir filmde olabilir. Maria'nın ölmesini bütün varlığımla istedim, nitekim öldü şükürler olsun.
Fahri aslında Maria ile evlenmek istemedi, Ayşe'nin ısrarıyla evlendi. Ama iki kişi arasında bocalama yaşadı, nasıl adil olacağını bilemediği için kıvrandı.